DOLAR 32,5159 0.09%
EURO 34,9025 -0.21%
ALTIN 2.455,250,79
BITCOIN 20881640.60217%
Balıkesir
22°

AÇIK

16:55

İKİNDİYE KALAN SÜRE

  • HABERLER
  • SERVİS 1
  • SERVİS 3
  • FİNANSİF
  • HESAP
Psk. Nurdan Özder

Psk. Nurdan Özder

01 Mayıs 2023 Pazartesi

İNSAN NEDEN ANLATMAK İSTİYOR?

İNSAN NEDEN ANLATMAK İSTİYOR?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Witgeinstain Traktatus kitabında soyut kavramlardan bahsedip sonunda şu cümleyle kapanışı yapar; “Üzerinde konuşulamayacak konular hakkında susulmalıdır.”

Yani demektedir ki sınanamayan soyut kavramlar hakkında konuşmak boşunadır o zaman konuşmamak gerekir.

Ee dersin o zaman ben bu kitabı neden okudum kitap tamamen soyut kavramlardan oluşuyor. Bir de o dönem zaten 200 sayfalık kitaptan en fazla 10 sayfa anlayacak idrak düzeyindeyim yaşım 20-21, niye bunu yaptım ben. Diyelim ben yaptım bu cümleyi kitabın sonuna koymuşsun, cahildim dünyanın rengine kandım sen niye yazdın?

Bu çıkarım baştan beri sende vardı.

Derste hocamızda bu konunun absürtlüğü üzerine konuştuğu için biraz da alayla konuyu kapattık. Sonrasında elime Oğuzcuğum Atay’ın kitapları geçti. Tehlikeli Oyunlar’da şöyle diyordu Atay ‘Fakat Allah kahretsin albayım insan anlatmak istiyor’.

Bu iki durumu yine bağdaştırdım diyemem kitabı okurken.

Geçenlerde alanımla ilgili bir kitap okurken çok beğendiğim bir pasaj buldum, fotoğrafını çektim ama kime atacağımı bilemedim. Zira o kadar özel alan bilgisiydi ki tanıdığım kimsenin ilgisini çekmeyeceğini düşündüm ve biraz da hayal kırıklığı ile telefonu bıraktım ve fark ettim ki insan anlatmak istiyor çünkü paylaşmak istiyor. Oğuzcuğum Atay’ın cümlesini biraz düzenlersem ‘Fakat Allah kahretsin albayım insan paylaşmak istiyor.’

Günümüzde sosyal medya paylaşımları oldukça eleştiriliyor.

İnsanların yediklerini, gezdiklerini, tüm hayatlarını paylaştıklarını dile getirip bu yeni türeyen insan yapısını eleştiriyorlar. Bir TEDX konuşmasında insanların önemli bir kısmının eğer paylaşmayacaklarsa tatile bile gitmek istemeyeceklerini anlattı konuşmacı. Tabi sonra bir kınama geldi, bu insanlar ne hale gelmişti, neydi bu paylaşma merakı, sosyal medya bağımlısı olmuştuk.

Kendi hayal kırıklığım üzerinden düşündüm, bence biz zaten hep paylaşıyorduk, paylaşmayı istiyorduk ama bunu farklı mecralarda yapıyorduk. Yeni gelişmelerle bu mecralar da değişmiş oldu. Şimdi düşünün sizin için önemli bir ödül almışsınız.  İnanılmaz prestijli. Nobel olabilir, Oscar olabilir neye kıymet veriyorsanız artık. Ödülü aldınız eve geldiniz, arayacak kimseniz yok, tebrik eden kimse de yok.

Oturdunuz evde ödül size bakıyor siz ödüle.

Ne düşünürdünüz?

Ben muhtemelen olmaz olsun böyle ödül derdim. Bunu arkadaşlarıma anlatmayacaksam, sevincimi paylaşmayacaksam ne önemi var o heykelin, plaketin?

Dolayısıyla biz sosyal medyanın gelmesiyle daha paylaşımcı olmadık bence zaten hep paylaşmak istiyorduk sadece yöntemini değiştirdik. Aynı at arabasından, basit motorlu taşıtlara oradan da günümüz arabalarına geçiş gibi, hedef bir yerden bir yere gitmekti zamanla araçları geliştirdik.

Bu paylaşımın yolu kişiden kişiye değişiyor olabilir, birileri özellikle yakın arkadaşlara sahip olanlar onlarla paylaşıyor, birileri de sosyal medya üzerinden paylaşıyor.

Sosyal medya paylaşımı asosyallikle artar mı?

Yani gerçek hayatta paylaşım yapacak arkadaşlarımızın olmaması bizi sosyal medyaya daha çok yönlendirir mi ise başka bir konunun tartışması.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki üzerinde konuşulamayacak konular üzerinde bile söyleyecek sözümüz varsa insan paylaşmak istiyor, kim olursak olalım.

DİKENLER 

 

Devamını Oku

DİKENLER

DİKENLER
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Wittgeinstain’ın birkaç eseri tekrar tekrar okuduğu ve bunun yeterli olduğunu düşündüğü söylenir. Yani hocamız Wittgeinstain dersinde bize böyle anlatmıştı. Biraz tuhaf bulmuştum o zaman. O kadar okunacak kitap varken nasıl olurda birkaç (neye göre seçiliyor) kitap yeterli olurdu.

Şimdilerde hak vermeye başlıyorum ona.

İnsan bazı kitapları tekrar tekrar okumak bazı filmleri ve dizileri tekrar tekrar izlemek istiyor. Ancak o zaman daha derinlikli bir bilgi edinebilirmiş ve o bilgiyi derli toplu sunabilirmiş gibi geliyor.

Ben galiba tek okumada yalap şalap anlayanlardanım.

Ayrıntılar için, fikir üretebilmek ve öğrendiklerimi birleştirmek için tekrara ihtiyacım var. Bunu neden düşündüm dersen, son dönem okuduğum iki kitaba tekrar tekrar dönme ihtiyacımdan diyebilirim. Tahmin edebileceğin gibi bunlar ‘Sevme Sanatı’ ve ‘Aşk ve İrade’ kitapları. Az önce parantez içinde sorduğum sorunun cevabı da bu mu oluyor acaba?

İnsan bunu tekrar tekrar okumalıyım mı diyor?

***

Bir de yeniden izlenmesi gerekenler var. Rick and Morty o dizilerin başında geliyor benim için. İnsana dair daha güzel çıkarımlar yapan başka bir dizi görmedim. İlk sezonlardan birinde olmasına rağmen aklımda yer eden bölümlerden biri de şöyleydi; Morty’lerin evine insan görünümlü yaratıklar yerleşmeye başlıyor ama sevilen bir akraba gibi yerleşiyorlar. Masaya gelip oturup anılar anlatmaya başlıyorlar. Tabi bu akrabalar içinde bazıları gerçek insanlar bazıları da yaratık. Dolayısıyla hepsini toptan öldürmek mümkün değil, gerçek insanlar da ölebilir.

Rick zekasına rağmen işin içinden nasıl çıkacağını bilemiyor ve yaratıklar giderek çoğalıyor. Sonra Morty diyor ki Rick ben bu insanların hangisinin gerçek hangisinin yaratık olduğunu nasıl ayırt edeceğimizi buldum; yaratıklar sadece güzel hikayeler anlatıyorlar. Biz evimizde olan insanlar hakkındaki anılarımızı düşünmeliyiz. Sadece güzel anılar hatırlıyorsak o yaratıktır ama güzel anıların yanında kötü anılar da geliyorsa aklımıza o insandır çünkü sadece kötü anılarımızın da olduğu kişiler gerçektir!

Cümleyi duyduğumda bir aydınlanma yaşadım.

Hiç kötü anılarımızın, tartışmalarımızın, ters düşmelerimizin olmadığı insanlarla yüzeysel bir ilişkimiz var. Onlarla daha üstten ilişkiler kuruyoruz, kendimizi olduğumuz gibi göstermediğimiz için asla tartışmıyoruz, tartışıyorsak bile sonrasında zaten hayatımızda olmuyorlar. Oysa çatıştığımız, yer yer tartıştığımız insanlarla karşılıklı dikenlerimizi öğreniyoruz. O dikenlere katlanmaya alışıyoruz, bazen o dikenleri birbirimiz için buduyoruz.

Sevgi dediğimiz şey tam da bu oluyor.

Her halini görme ve onu olduğu gibi kabul etme. Dolayısıyla bir ilişkiyi plastik olmaktan çıkarıp gerçeğe çeviren de bu dikenlerimiz.

DENİZ KURDU 

Devamını Oku

DENİZ KURDU

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ortaokuldayken, Türkçe Öğretmenim bir derste “Bir yazarın üslubunu öğrenmek istiyorsanız eserlerini artarda okumalısınız.” demişti.

11- 12 yaşlarında olmalıydım.

Öncelikle hocamın bizi bu kadar muhatap alıp üslup öğretme, yazar tanıtma mücadelesine girişini takdir ve şaşkınlıkla hatırlıyorum. Şimdilerle böyle şeyler konuşuluyor mu ortaokul derslerinde bilmem ama 24-25 yıl geçmesine rağmen aklımdan hiç çıkamayan bir cümle oldu.

Tabi bilgiyi almak her zaman uygulamak demek değildir. Bunu uyguladığım ilk yazar Jack London’dur. Beyaz Diş romanı ile beni fazlasıyla etkilemiş olmasından olabilir. Bir kitap okudum hayatım değişti cümlesine yakın bir etki bıraktı bende; yani, bir kitap okudum ve hayata bakış açım değişti! “Hayat vardı, her yerdeydi ve meydan okuyordu.” diyordu London.

Kitap boyunca bir kurdun var olma mücadelesini okudum. Amacı sadece var olmaktı çünkü doğasında bu vardı: varlığını devam ettirmeye çalışmak. Her sorunda varoluşsal ikilemlere girmeyen, tanrım neden ben demeyen, Çehovcu bir bakış açısıyla “yaşayacağız Vanya dayı, kaderin önümüze çıkardığı zorluklara tek tek katlanacağız” diyen bir kurt vardı.

Galiba bütün taşlar kafamda yerine oturdu.

Oyundan çıkıp oyunu sorgulamak, oyunda bir değişiklik yapmak anlamına gelmiyordu. Tam tersine o gücü bulamayıp kenarda durmanın mantığa bürünmesiydi. Oyunun içinde olanların zaten bir amacı vardı; oynamak.

O kitabı okuduğumdan beri varoluşsal sancılar yaşamaya başladığımda yine oyunun dışına çıktığımı, mücadeleyi göze almamak için kenarda söylenmeyi tercih ettiğimi anlıyorum.

Bu uyanışı yaşatan yazarın diğer kitaplarını da seri olarak okuyarak üslubu hakkında fikir edinmek istedim. Sonrasında Martin Eden’i daha sonra da Demir Ökçe’yi okudum. Demir Ökçe tam bir hayal kırıklığı oldu diyebilirim. Hatta arkadaşıma Deniz Kurdu’da böyle mi diye sordum(1827683449 tane eleştiri eklediğimi söylememe gerek yok sanırım)

En son da Deniz Kurdu’nu okudum ve Türkçe Öğretmenim yeniden aklıma geldi. Zira dördüncü kitapta bir bütünlük oluşturdum. Yazar hayatından da anlaşılacağı üzere tam bir kavga insanıydı ve kavgaya tutuşmuş her varlığı farklı farklı cephelerden anlatıyordu. Bazen bir kurt, bazen yazar olmaya çalışan bir genç bazen bir devrimci. Deniz Kurdu’nda Beyaz Diş’in insan versiyonunu görüyorduk. Kötü hayat koşullarında yaşamaya çalışan, yeteneklerini sivrilterek, diğerlerinin üstüne basarak var olmaya alışan biri.

Yazarı eleştirmeyi edebiyatçılara bırakarak Deniz Kurdu ’nu bitirdiğimde düşündüğüm iki şeyi söyleyerek kapatıyorum.

Her neyi tanımak istiyorsanız –yazar, insan, hayvan- ona zaman ayırmak zorundasınız. İnsan ilişkilerinin dinamiğinin her alanda olduğunu görmüş oldum böylece; o şey için zaman ayırmak. (hocama saygılar)

Tasarım olarak kötü bir dünyada yaşıyoruz. Sürekli bir savaş ve barış hali var. Dolayısıyla doğamıza uygun davranmak demek mücadelenin içinde olmak ve oyunun dışına çıkmamak demek. Ha neden yapalım diye sorabilirsiniz ki zamanında ben de çok sordum ve şu sonuca vardım; bizim gibi yok etmeden hayatta kalmaya çalışan insanlara da yer açabilmek için.

Çünkü ne kadar çoksak o kadar görünürüz ve o kadar varız.

 

 

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.